Bollywood filmleri ülkemizde son zamanlarda, özellikle genç kesim tarafından giderek artan bir ilgiyle takip ediliyor. Raj Kapoor'un meşhur Avare filmi ile zamanında ülkemizde büyük sükse yapan Bollywood, Türkiye'de çok uzun süre ilgi görmedi. Bol aksiyonlu Hollywood filmlerinin cazibesi ve Bollywood filmlerinin 3 saate yakın sürmesiyle sinemacılara zaman bakımından ticari kayıp yaşatması sebepleriyle ülkemizde vizyona giremedi bir çok film. Son senelerde sinema seyircisinin düşük talep gösterdiği yaz aylarında, bir kaç salonda yer bulabilen Hint filmleri belki de ilk kez Mr. Perfectionist'in yani Aamir Khan'ın son yıllarda iyiden iyiye farkına vardığı Türk hayranlarının sevgisi ve isteği üzerine 4 Ekim'de Türkiye'ye gelmesiyle Secret Superstar filmi 20 Ekim'de tüm dünya ile aynı anda vizyona girme fırsatı bulacağa benziyor. Sosyal medyayı takip ettiğim kadarıyla, hemen ikiye bölünmeyi seven halkımız tarafından şunlar söylendi; "kim bu Aamir Khan"ve " Aamir Khan"ı nasıl tanımazsınız. Takip eden insanın olduğu kadar, takip etmeyen de var doğal olarak Aamir Khan'ı ve Bollywood'u. İki tarafında birbirine hoşgörüyle yaklaşması gerekir, hatta Aamir Khan hayranlarının daha da hoşgörülü olması gerekir, çünkü Aamir Khan'ın filmleri insanı naifliğe yakınlaştıran ögeler içerir.
2001 yılından bu yana çektiği 11 filmi izleyen bir hayranı olarak Aamir Khan, gerçekten çok özel bir insan. Lagaan ve Mangal Pandey filmiyle ingilizlere baş kaldıran, klasik bir yeşilçam filmi gibi başlayan Fanaa filmiyle aksiyona bağlayıp yıllardır çözülemeyen "Keşmir" olayını gündeme getiren, Taare Zameen Par filmiyle disleksi hastası bir çocuğun neler yaşadığını size boğazınızda oluşan düğümle beraber izlettiren, bir çok kişi sevmesede benim favori filmim olan Ghajini'de Kalpana'nın saf aşkı ve intikamı için ölümü göze alan, 3 idiots'ta ezberci mühendis sistemini yüzümüze yüzümüze çarpan, Talaash filmiyle bilim kurgu ile dramı harmanlayan, PK filmiyle dinlerde oluşturulan yanlışlıklara basit ama çarpıcı eleştiriler yapan, Dangal filmiyle ise 2.plana atılan daha 18'ine varmadan evlendirilen kız çocuklarının aslında fırsat verilirse neler yapabileceğini gösteren , Times'ın ise en etkili 100 kişi arasında gösterdiği çok özel biri.
Dün haber programında, "izlediğiniz bir Türk filmi ya da okuduğunuz bir Türk kitabı var mı?" sorusu sorulur sorulmaz "İnce Memed" diyecek kadar takip eden biriydim Aamir Khan'ı, tabi son zamanlarda eskisi kadar bu tip şeyleri okumaya izlemeye vakit ayıramıyorum ama arkadaşlar gerçekten vaktiniz olduğunda Aamir Khan'ın filmlerini izlemenizi öneririm. Hatta vaktiniz olursa Amitabh Bachchan'ın, Shahrukh Khan'ın filmlerini de öneririm.
Son olarak Dangal filminden benim çok eğlendiğim bir sahnenin videosunu paylaşarak yazıma son vermek istiyorum. Dangal filmi, tekrar tekrar izleyebileceğim filmlerden biri çünkü bana yapabileceklerim için güç veriyor. Vazgeçmek, bırakıp gitmek gibi kelimeler yerini, ben bunu yaparım, başarırım gibi kelimelere bırakıyor filmi izledikten sonra. Sizde klasikleşen, kötü adamların ajanları kaçırdığı, cia ve fbi'ın ortaklaşa kurtarma operasyonu yaptığı, hiç bir şey yapmadan, çalışmadan etmeden kazandıkları süper güçlerle insanları kurtaran, tuttu diye 5.si 6.sı çekilen filmlerden sıkıldıysanız biraz Bollywood'a Aamir Khan'a şans verin. Hadi bakalım sağlıcakla kalın. Hoşçakalın.
Senelerden 2008, günlerden 20 Haziran. O zamanki adı ile ÖSS'ye harıl harıl çalışmaya henüz başlamamışım. Milli Takım 2002'den beri ilk kez bir şampiyonaya katılmış. 20 Haziran 2008 günü akşam maç saatini bekliyorum. İçimde öyle bir heyecan, öyle bir umut var ki, Hırvatistan'ı yenip yarı finale çıkacağımızdan sonuna kadar eminim. Ne de olsa İsviçre'yi son dakikada yenmişiz. Çek Cumhuriyeti'ne son 15 dakikada 3 gol ardı ardına atmışız. Maç saati artık yaklaşırken, maçı evde tek başıma seyretmek yerine, dev ekran kurulan bir parka giderek, o coşkuyu kalabalıkla yaşamak istiyorum. Maç başladı. Hırvatistan, tabiri caizse bizim direkleri dövüyor. Bir sağdan geliyorlar bir soldan. Bizim de onlarınki kadar net olmasa da birkaç atağımız oluyor ve normal süre bitiyor. Uzatmalarda da dakika 118'i gösterirken yani bitime 2 dakika kalmışken o talihsiz golü yiyoruz. O zamana kadar tuttuğum takım olan Fenerbahçe'nin Avrupa maçında tur atlaması için son 5-10 dakikada 2 gol atması gerekirken bile maçı izlemeyi bırakmayan ben, o gün öyle bir hayal kırıklığına uğruyorum ki; hayatımda ilk kez bir maçın son saniyelerini izleyemeyip gözü yaşlı bir şekilde Rüştü'ye kızarak evin yolunu tutuyorum. Maçı izlediğim parktan yokuş aşağı inmiş, henüz 200-300 metre uzaklaşmışken, büyük bir kalabalığın "gooool" sesini duydum. Üzüntüden dolayı kendini kaybetmiş olan ben, birkaç saniye duraksayıp kendime geldikten sonra, yukarıya, dev ekranın kurulduğu yere, kalabalığın coşkusuna ortak olabilmek için öyle bir koştum ki anlatamam. İnanılmaz sevinçliyim, harikulade şekilde mutluyum ama Semih'in o golünü canlı bir şekilde izleyemedim. Aradan 14 yıl geçmiş, televizyonda her o gole rast geldiğimde sanki ilk kez görüyormuş gibi izlerim. İşte o vazgeçiş bana çok büyük bir ders olmuştur. Büyük hayal kırıklığıma yenik düşüp 2 dakika daha sabredemeyip umudumu kaybettiğim için o golü canlı bir şekilde göremedim. Bu yüzden ne zaman hayal kırıklığına uğrasam tam vazgeçecekken o gol gelir aklıma. Tam umudumu kaybedecekken o vazgeçişi hatırlayıp son bir adım daha atmaya çalışırım. Takımı 3-0 yenikken 90+1'de gol atıp, koşa koşa gidip topu ağlardan alan ve 1 dakikada 2 gol daha bulma umudu olan oyuncunun en sevdiğim insan tipi olması da bu yüzdendir. Hayaller motivasyon kaynağı, vazgeçişler ise pişmanlıkların temelidir. Vazgeçmezsek geç olur güç olur ama bir şekilde olur.